Sadece 1486-1641 yılları arasında, yılda ortalama dokuz bin hesabıyla, sadece Angola’dan 1.389.000 köle getirilmişti. 1580’le 1680 arasındaki yüz yıl içinde, siyahî taşıyan Liverpool Limanı’nın gemileri, Yeni Dünyaya üç yüz binden fazla köle getirdiler. Üç buçuk yüzyılda Afrika’dan milyonlarca siyahî taşındı. Bu miktara yola çıkmadan önce ölenler de eklenince, akıl almaz toplamlara varılmaktadır.
Köle ticaretinin ne kadar insan hayatına mal olduğu kesin rakamlarla tespit edilemiyor. Muhafazakâr tahminler Amerika'ya sağ salim varan köle sayısını 10 milyon civarında olduğundan yola çıkıyorlar. Atlantik üzerindeki sevkiyat sırasında ölüm oranı % 20 dolayındaydı. Afrika’nın içinde, kıyı şeridine varmadan önce öldürülen insanların sayısı ise bilinemiyor. En fazla kazanç sağlayan, 15 ile 25 yaş arası erkek ve kadınlarla yürütülen ticaretti. Bu insanları ele geçirmek için çoğu kez köylerin diğer sakinleri soğukkanlı bir şekilde öldürülüyordu. On binlerce insan, iç kesimlerden sahil şeridine doğru zoraki yürüyüş konvoylarında can vermekteydi. Tarla ve sürülerinin sürekli tehdit altında kalması veya yok edilmesi sebebiyle açlıktan ölenlerin sayısı da cabası. Böylelikle 100 milyon kadar insan köle ticaretinin kurbanı olmuş olabilir.
Bu son derece iyimser bir rakamdır. Çünkü asırlarca devam eden bir yok etme çabası gözlenmektedir. Fanon’un da dediği gibi bir buçuk milyar insana karşı girişilen bir soykırım söz konusudur. Köle ticaretine maruz kalanlar çok büyük bunalımlara ve acılara gark olmuşlardır. Öyle ki; ölüm bir kurtuluş yolu olarak seçilmeye başlanmıştı. Köleler içine düştükleri umutsuzluklarla, ya kendilerini sakatlıyor, ya intihar ediyor ya da efendilerini öldürmeye kalkışıyorlardı. 1734’te, Danimarka’ya ait Saint-Jean Adası’nda Fransızların kuşatması altında kalan kaçak köle grubunun tümü intihar etmişti. Yine 19. yüzyılda, Saint-Vincent’da İngilizlerin saldırısına uğrayan kaçak köleler de topluca intihar etmişti. 1814’de bir tek evde otuz kişi birden kendini asmıştı. Bir başka olayda ise dört yüz kölesi olan bir mal sahibi, ertesi gün bunların üç yüz seksenini kendini asmış olarak bulmuştur.
Sömürgecilik faaliyetinde, siyahîlerin hayatta kalmasına, ancak onlara ihtiyaç duyulduğu müddetçe müsaade edilmiştir. Aksi takdirde öldürülmüşlerdir. Mesela, yerli insanların işbirliğine ve emeğine ihtiyaç duyulmadığı avcılık gibi yerlerde öldürülmüşlerdir. Bu uygulamalarda, biyolojik ya da kültürel hor görme aracılığıyla da haklı olduklarını ilan etmişlerdir. Bu süreçte siyahîler egzotik bir faunanın parçası olarak ele alınmışlardır. Öyle ki onlar, eğlence sağlayan fakat hiçbir tehdit oluşturmayan bir oyun parkının tabiî malzemeleridir.
Siyahîlerin topraklarından koparılması, Ortaçağda Avrupa’yı kasıp kavuran kara veba salgınından da beterdi. Hiç değilse, kara veba salgını geçip gidiyordu, ama köle ticareti durmaksızın devam ediyordu.
Köle ticareti yapanların özellikle en sağlam, en güçlü, en genç ve en sağlıklı kişileri seçtikleri düşünülecek olursak, Afrika’nın en üretici ve en gerekli güçlerden mahrum bırakıldığı sonucuna varılır. Böyle bir kanamaya kıtanın nasıl dayanabildiği doğrusu merak konusudur. Çünkü sömürgeci, sömürgelerini terk ettikten sonra bile, atmış olduğu temel ve kendisine bağlamış olduğu düzen devam etmiştir. Bozuk temel bu insanlarının sefaletlerinin devamına, kurmuş oldukları düzen de sömürünün sürdürülmesine hizmet etmiştir.
Birçok bölgesi, ikinci dünya savaşı sıralarında büyük ölçüde bağımsızlığa ulaşmış olan Afrika ve Asya’nın çeşitli yerlerinde Batılı güçlerin sömürgeci mevcudiyeti sürmekteydi. Sömürge, millî egemenliğini kazanmış ve bu yüzden artık dağılmış olan tarihsel bir grup değil, yeni bağımsız devletlerin sakinlerinin yanı sıra hâlâ Avrupalıların idaresi altında olan komşu ülkelerdeki tâbi halkları da içeren bir kategoriydi. Irkçılık, çirkin sömürge savaşlarında ve katı, despotik yönetimlerin elinde ölümcül sonuçlar doğuran önemli bir güç olarak kalmıştı.
Bu yüzden, Batı’ya bağımlı olarak, Batı’nın halkları olarak yaşadıkları tecrübe, son beyaz polis çekip gittiği ve son Avrupa bayrağı indiği zaman sona ermemiştir. Sömürgeleştirilmiş olmak, özellikle de millî bağımsızlık kazanıldıktan sonra, kalıcı ölçüde adaletsiz sonuçları olan bir kaderleri olmuştur.
UHA Haber Merkezi - ÖZKAN KARACA
SON YAZILAR